Nazi Almanyası’nda Roman Soykırımı*

Orta Avrupa coğrafyasına ilk Roman göçünün 1000 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin ediliyor. Ama Romanların anavatanlarını neden terketmek zorunda kaldıkları, bugün bile tarih araştırmacıları için çözülmeyi bekleyen bir sır.

Erman Ohanyan**

Dilbilimcilerinin araştırmalarına göre Romanlar 12.- 14. yüzyıllar arasında Hindistan’dan çıkarak yayıldıkları ortaya çıkarıldı. Romanların ilk yurtları Kuzeybatı Hindistan; büyük olasılıkla da Güney Punjabi-Pandschabi bölgesi.

Bu bölgedeki Romanlerin konuştuğu dil olan Romanca, Hindi, Punjabi, Bengalı gibi bugünkü çağdaş Hindu dilleriyle yakın bir ilişki içinde.

Romanların anavatanlarını neden terketmek zorunda kaldıkları, bugün bile tarih araştırmacıları için çözülmeyi bekleyen bir sır.

Romanların sürekli olarak toplumdan dışlanmaları sonucu  ortaya çıkan “Çingene” adlandırması, tahmini olarak eski Yunancada “dokunulmazlar” anlamına gelen “atcindanoi” kelimesinden türemiştir. Bir diğer tez de kelimenin eski Türkçeye dayandığı yönünde; “Tsıgan”, “fakir, hiçbir şeye sahip olmayan insanlar” anlamına geliyor.

Romanlar, Pers İmparatorluğu ve Ermenistan üzerinden Anadolu’ya girdiler. Bununla birlikte her geçtikleri bölgede belirli bir süre gezgin olarak yaşamlarını sürdürdüler ve uzun süreler ikamet ettiler.

Avrupa’ya girişleri 14. yüzyıla rastlıyor. Yunanistan üzerinden geçtikleri için Avrupalı Romanlar için Yunanistan “ilk anayurt” önemini taşıyor. Yunanistan üzerinden 15. Yüzyıl başlarında Orta Avrupa’ya gelen Romanların bir diğer kısmı da ayrı bir güzergahı takip ederek Suriye üzerinden Mısır ve Kuzey Afrika’ya göçmüşler.

Almancanın hakim olduğu Orta Avrupa coğrafyasına ilk Roman göçünün 1000 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin ediliyor. 1399 yılında bugünkü Çek Cumhuriyeti’ne (Bohmen) gelen Romanlarla ilgili ilk yazılı belge 1407 yılında Hildesheim şehir yazıcısının seyahatnamesinde karşımıza çıkıyor.

Avrupa’ya adım atan Roman gruplarının yerli halk tarafından pek de iyi karşılandıklarını söylemek mümkün değil.1451 tarihli Lindau kraliyet divan bildirisine göre Romanlar hain olarak adlandırılmış, buna paralel olarak “avlanmaları” ve “öldürülmeleri” yasallaştırılmıştı.

Böyle bir bildirinin yayınlanma sebebi ise Romanların Hıristiyan Dünyasında, Türklerin ajanları olarak faaliyet gösterdikleri kanısının oluşmasıydı.

1926 yılında Bavarya eyaletinde bir başka kanun daha çıkarıldı; “Çingenelere, serserilere ve işsizlere karşı mücadele” adındaki bu yasa uyarınca çalışabilecek durumda olan Romanlar çeşitli iş yerlerine yerleştirilip, çalıştırıldılar.

Bu tür bir yasanın ortaya çıkışındaki temel yargılardan biri, Romanların “per se” yani genetik olarak tembel oldukları yönündeki genel yaklaşımdı.

Bu kanaat gelecekte yönetime gelecek olan nasyonal sosyalistlere (Naziler) Romanları yok etme adına ilham kaynağı olacaktı. 1929 yılında ise Romanların genel olarak göçebelik yapmaları yasaklanıyordu.

Nazilerin Roman karşıtı politikaları

Buradan anlaşılıyor ki; Nasyonal sosyalistlerin1933 yılında iktidara gelmelerinin öncesinde  fazlasıyla Roman karşıtı yasa zaten yürürlülüğe sokulmuştu. Genelde hakim olan bu Roman karşıtı politikayı Nazi Partisi iktidarı daha da sıkılaştırdı. Romanların Alman ve Avusturya toplumundaki nüfus yoğunluğu 30 bin ila 35 bin kadardı ki bu 1933 yılı için toplam nüfusun binde beşlik dilimine denk geliyordu.

Buna karşın toplumdaki dışlanmışlıkları artarak devam ediyordu.  Henüz yeni iktidara gelen ulusal-sosyalistler, Roman karşıtı icraatlarını hemen uygulamaya koymuşlardı bile.

Romanların 1933 yılı itibariyle tiyatro, sinema ve müzikhollerde çalışmaları yasaklanmıştı. Bu ve benzeri yasaklar toplumsal yaşama da hemen sıçrayıverdi. İtfaiye örgütünde ve spor kulüplerinde çalışmaları sınırlandırılmaya başlandı.

1936 yılında Romanların seçme hakları tıpkı Yahudilere olduğu gibi ellerinden alındı. 5 Temmuz 1936’da içişleri bakanlığı “Çingenelerle mücadele” adıyla bir genelge yayınladı.

Bu genelge uyarınca yetkili kılınan Berlin polis şefliği, özellikle olimpiyat oyunları öncesinde genel bir “Çingene taraması” başlattı.

Bunları takiben Berlin kanalizasyon alanı Marzahn’da bir “Çingene kampı” kuruldu. Romanlar herhangi bir yasal takibat olmaksızın, sorgusuz sualsiz zorla bu kampa tıkıldılar.

Kampta toplanan Romanların bir bölümü Berlin’deki vagonlarda yatıp kalkanlardandı, buna karşın birçoğu yerleşik hayata çoktan geçmiş normal evlerde yaşayan hatta at tüccarı, sirk sanatçısı, seyyar satıcı gibi sabit bir mesleği olanlardı.

1937 ve 38 yıllarında çalışma yasakları artarak devam ediyor, postaneleri ve tren garlarını da kapsıyordu artık. Durum daima daha kötüye doğru ivme kazanıyor, Romanların sosyal yaşamla ilişkileri kesiliyordu.

Yasaklar restoranları, havuzları, marketleri, sinemaları, tramvayları ve hatta hastaneleri de kapsıyor, çocukların okula gitmeleri engelleniyor, sürücü lisansını almaları dahi imkansız hale getiriliyordu.

Nazi sterilizasyonu “etnik temizlik”

Öncelikle Nazi Almanya’sında ortaya çıkan sterilizasyon yasasının temellerini anlamaya çalışalım: Hitler kendi manifestosu niteliğindeki “Kavgam” (1925-26) adlı kitabında, zayıf ve fakirlere, zavalılara toplumda yer olmadığını, sadece güçlülerin hakim olması gerektiğini ve bu gerçekliğin sadece doğuştan zayıf ve hasta olanlar tarafından zalimlik olarak görülebileceğinden bahseder.

Bu paralelde Nazi ideolojisinin temelini, iddia ettikleri gibi “güçlülerin zayıflar üzerindeki hakimiyeti ve onlara boyun eğdirmeleri” oluşturmaktadır. Bireyi değerlendirmedeki genel kıstaslar, kişinin toplumu, halkı ve milleti için faydalı hizmetlerde bulunması aynı zamanda da bu hizmetin kullanışlılığı olarak sıralanabilir.

Nazi toplama kampında Roman çocuklar

İşte bu ilkeler etrafında birleşen faşist Alman iktidarı, kendi tanımlarınca “zayıf” olarak sınıflandırdıkları kitleleri, “yaşam için elverişsiz” sayarak önce kısırlaştırdılar ve akabinde yaşamlarını sürdürme haklarını, toplum için devam arzeden bir değere sahip olmadığı gerekçesiyle engellediler.

Bu bağlamda Naziler gerekli hukuki zemini de hazırlamaya başladılar. Nazilerin bu amaçla çıkardıkları ilk haksız yasa “kalıtsal hastalıkların önlenmesi” adını taşıyordu.

Bunu “ari ırkın korunması”nı  öngören “Nürnberg ulus yasası” ve “kraliyet vatandaşlığı” yasaları takip etti.

Bu noktada vurgulanması gereken tüm bu yasaların çıkarılmasındaki temel ve itici gücün Roman ve Yahudi halkına karşı olan kuruntulu ve yanıltıcı nefretten kaynaklandığıdır.

Romanların biyolojik olarak sınıflandırılması çalışmalarına yönetici olarak başkanlık eden ırk gözlemcisi Rober Ritter, 1936 itibariyle Sağlık Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan ve yine kendi yönetiminde olan “Irksal Hijyen ve Nüfus Popülasyonu Biyolojik Araştırmaları” bölümünde çalışmalarını sürdürdü.

Önceleri Tübingen’de olan bu birim 1938 itibarıyla Berlin’e taşındı. Bu sözde bilimsel çalışmalar yürüten birimin öncelikli hedefi, “serseri, tembel ve bağımlıların” soyağaçlarını çıkarmaktı.

Aynı şekilde “yabancı ırklar ve onların Roman ve Yahudi melezleri” için de “melez biyolojisi” adı verilen çalışmalar yürütülüyordu.Bu araştırmaların temelinde yatan, ulaşılmak istenen ana hedef, ırklar ve suç işleme alışkanlığı arasında kalıtımsal bir bağın olduğunun kanıtlanmasıydı.

Bu heyecan, hedef veamaçla yola devam eden Ritter ve çalışma arkadaşları bir süre sonra “bilimsel çalışmalarını” noktalayarak ulaştıkları çılgın sonuçları yayınladılar.

Onlara göre “Çingeneler” toplum olarak dejenerasyona uğramışlardı ve neticesinde asosyal ve kriminalleşmişlerdi. Bununla da kalmayarak bu dejenerasyonun kalıtımsal olarak aktarılabileceğini öne sürdüler.

Bu sonuçlar çerçevesinde önerilen, tüm Romanların ve melezlerin gözaltına alınmasıydı. Çünkü Romanlar doğuştan asosyal ve kriminal olarak sınıflandırıldığından toplum için büyük tehlike arzetmekteydiler.

8 Aralık 1938’de Nazi Partisi şefi Heinrich Himmler‘in çıkardığı genelge, soykırım öncesi aktiviteleri legal zemine oturtacak son halka olarak yürürlülüğe girdi.

Genelge neticesinde birçok Roman, ivedilikle Avusturya’daki Daçau, Sachsenhausen, Buchenwald, Lackenburg gibi toplama kamplarında gözaltına alındı.1941’de 5000 kadar Roman Almanya ve Avusturya’dan Lizmannstadt’daki (Lodz-Polonya) gettolara sürüldüler. Oradan da kendileri için son durak olarak planlanan Chelmö (Polonya) imha kamplarına getirilip, gaz odalarına öldürüldüler.

Mart 1943’ten itibaren 23 bin üzerinde Roman, 10 Avrupa ülkesinden, Ausschitz-Birkenau toplama kampına sürüldü. Onların kaderleri de diğerlerininkinden farklı olmadı. Sadece 3 Ağustos 1944’te bir gece içinde 3000 Roman gaz odalarına öldürüldü.

Nasyonal sosyalistlerin ne kadar Romanı öldürdüklerini söylemek zor, ama tahminler bu sayının 220 bin ila 500 bin arası olduğunu gösteriyor.

Hitler birliklerinin işgalinin gerçekleştiği Fransa, Belçika, Polonya, Rusya, Sırbistan, Romanya, Macaristan, Çekoslovakya gibi tüm ülkelerdeki Romanlar, Yahudilerle birlikte aynı kaderi paylaştılar. Bunun yanında birçok Roman “genetik hastalıkları önleme” yasası temel alınarak 1945 yılına kadar kısırlaştırıldı.

Nazi hükümeti tüm bu vahşeti, sözde bilimsel raporlar hazırlayarak savundu. Temel dayanakları ise belirttiğimiz üzere Roman halkının kalıtımsal olarak hasta oldukları üzerine kurulmuştu.

Kitlesel temizlik ve ötenazi, sistematik bir bağ içinde kitlesel imha tedbirleri kapsamında uygulamaya konulmuş ve yaklaşık 6 milyon kişinin hayatına maloldu.

Nazilerin tedbir olarak değerlendirdiği imha planının kaynağı ise sadece, ırksal saflık kuruntusu ile ari olduğuna inandıkları “kuzey ırkının” arınmış ve soyutlanmışlığıydı. (EO/HK/ÇT)

* 17 Aralık 2011 tarihinde bianet.org’da yayınlanmıştır: http://bianet.org/biamag/diger/134801-nazi-almanyasinda-roman-soykirimi

** Erman Ohanyan,  Potsdam Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğrencisi

Kaynakça

* Biesold, H.: Sterilisation im Hitler-Reich, Berlin 1985.

* Eibach, Ulrich: Zwangssterilisierung, Vernichtung, sogenannten „lebensunwerten” Lebens und Medizinische Versuche an Menschen im „Dritten Reich”.

* Franz, Hugo: Sinti und Roma, Fehlende Folgerung aus der Anerkennung als rassische Verfolge, „Anerkennung und Versorgung aller Opfer nationalsozialistischer Verfolgung”, Berlin 1991.

* Friedlander, Henry: Der Weg zum NS-Genozid, von der Euthanasie zur Endlösung , Berlin 1997.

* Körber, Uschi: Das Zwangslager Berlin-Marzahn, „Anerkennung und Versorgung aller Opfer nationalsozialistischer Verfolgung”, Berlin 1991.

* nationalsozialistischer Verfolgung”, Berlin 1991.

* Krausnick, Michail: Wo sind sie hingekommen, Der unterschlagene Völkermord an den Sinti und Roma, Gerlingen 1995.

* Lang, R. Michel: Lustig ist das Zigeunerleben…, Berlin.

* Loewy, Hanno: Holocaust: die Grenzen des Verstehens, Hamburg 1992.

* Matras, Yaron: Roma und Sinti in Hamburg, Hamburg 2000.

* Novak, Kurt: Euthanasie und Sterilisierung im Dritten Reich, Weimar 1984.

* Romani, Rose: Der nationalsozialistische Völkermord an den Sinti und Roma, Heidelberg 1992.

* Schmuhl, Hans-Walter: Rassenhygiene, Nationalsozialismus, Euthanasie, von der Verhütung zur Vernichtung „lebensunwerten” Lebens 1890-1945, Göttingen 1992.

* Spindler, Wilhelm: Protokolldienst 14/87, vergessene Opfer, Wiedergutmachung für die Betroffenen der Zwangssterilisation und des nationalsozialistischen Euthanasie-Programms, Tagung von 27. Bis 29. März 1987 in Bag Boll.

* Wlislocki, von Heinrich: Aus dem inneren Leben der Zigeuner, Frankfurt am Main 2008.

* Aktion Sühnezeichen Friedensdienste: „Verfolgungsgeschichte der Roma”, Nr. 3/Juni 1991.

* Die Zeit: „Geldverschwendung an schwachsinnige und Säufer”, Nr. 18, 25. April 1986.

*Pro ASYL: „Roma in Europa. Verfolgt und verdrängt”, 1989.

Tags: , , , , , ,

Leave a comment